2 Ocak 2011 Pazar

Kölün'den bir hatıra

Kurban etleri bile henüz seyirmeye devam ederken çıkmıştım evden. Sen caanım kavurma ve pirzolaları ocağın üzerinde bırak, gel elin Alamanyasında “yok efenim çorbanın içinde bir parça et var galiba. Domuz eti olabilir.” Şüpheleriyle türlü yemeklerden uzaklaş. Yine bir blogda okumuştum. Avrupa’ya giden Türklerin gına getiren 10 özelliği diye. İçlerinden bir tanesi diyordu: “gittik ama aç kaldık. Valla bizim mutfak gibisi yok” diye J ben de o duruma düşmek üzereyim. Hemen alıkoyayım kendimi ve yiyip içtiklerim bende kalsın, gezip gördüklerimden ilginç bir anıyı aktarayım sizlere.
Bayramın ikinci günü öğleden sonra yola koyuldum. Havaalanına ilk defa o kadar erken geldim diye düşünürken, free shoplar ve lounge’da kaybettiğim vakitle birlikte yine son çağrıya kadar dolandım “free zone”da. Bu arada insanın ülkesinden çıkarılmış ve o an hiç bir ülkeye ait olmamış olması hissi ise bana ayrıca garip gelmiştir. Çünkü gerçekten de o andan itibaren yabancı gibi davranılmaya başlanıyor. Neyse bu başka bir yazı konusu.
Düsseldorf’a geldiğimde saat henüz akşam 9’u gösteriyordu. Ancak fuar nedeniyle otellerin doluluğu ve dolayısıyla oda fiyatlarının artması nedeniyle, toplantıyı yapacağımız yer Düsseldorf’ta olmasına rağmen trenle yaklaşık 30dk uzaklıktaki Köln’den ayarlamıştım oteli. Bu nedenle havaalanı-merkez tren istasyonu (Hbf)-Köln Hbf-Mülheim yolcuğu sonrası gece saat 11’i buldu odama girebilmem. (Hemen ertesi güne geçiyorum.) Resepsiyondaki görevlinin “taksiye atlayıp Hbf’ye 15 avroya gidebilirsiniz” önerisine kulak asmadan beni en yakın tren istasyonu(Mülheim)na götürecek otobüse bindim. İndiğimde karşıma çıkan ilk kişiye kısa bir yol tarifi sormaya yeltendim. Ancak ingilizcesi benim almancamdan da zayıf olunca ortaya almanca ingilizce karışımı bir diyalog çıktı. Adam baktı böyle olmıcak içinden bir yerden uzuun bir Offf çıktı. Her ne kadar ‘derin bir of çekmek’ diye bir deyim olmasa da ben adamın Türk olabilitesinden kıllandım. Tipi açıkçası bu kesin Türk’tür denilecek cinsten olmasa da “hocam sen Türk müsün” sorusuyla birlikte işte bu kez az evvel deyindiğim deyim gerçek oluverdi.

– Ohhhh! Ah be evladım. Neden söylemiyorsun Türk olduğunu?
AC: İyi de hocam durduk yere herkesle konuşmaya Ben Türküm diyerek mi başlıcam. Sanki adamların bizden bıkıp usanmaları yetmezmiş gibi.
- Doğru dedin yiğen.(diyerek Ezel’in Köln’de de ilgiyle izlendiğini hissettirdi)
Dayının bu yazıya konu olmasını gerektirecek özelliği Köln/Mülheim’da yaşayan Ezel izleyen bir Türk olması değilmiş meğer:
- “ya ben zaten Cenk’in dayısıyım. O da biliyorsun burada doğdu. Sonrasında zor gönderdik Samsun’a. Ama neyse ki şimdi mutlu. Ailesiyle, maddi durumuyla. Burada biz de kıvanç duyuyoruz kendisiyle”...
AC: Evet dayı.İyi bir evlat yetiştirmişsiniz. (Bana cenk'le sınıf arkadaşıymışız muamelesi yapmasından hiç münakaşaya girmeden sıyrılmaya çalışıyorum)
- Hee bu arada Cenk en son Kasımpaşa’daydı, gerçi önemsiz bir takım ama maçlarını takip ediyor musun?
AC: Neee? Bu Cenk, Cenk İşler mii? Dayıcım neden söylemiyorsun baştan da beni geriyorsun burada?
Meğer dayı aynı zamanda bir zamanlar milli formayı da giymiş, Türk futbolunun evliya çelebilerinden süper ligde 200 gol barajını aşmış Cenk İşler’in de dayısıymış. Ve bunu o kadar içten ve sanki Cenk bizimle beraber aynı evde yaşıyormuş gibi ifade etti ki anlatamam. 70 milyonluk Türkiye’den herhangi birisiymiş gibi...
Üstelik benim kombine bilet sahibi bir Kasımpaşa taraftarı olduğumu bilmediği için böyle talihsiz bir açıklama yapmıştı. Beni asıl etkileyen ise çok mütevazı bir şekilde bu olayı anlatması abartmaması olmuştu. Bir başkası olsa 'Sen benim kim oldugumu biliyor musun'a kadar taşırdı olayı :)

2 yorum:

  1. alla alla ben ilk defa duyuyorum bu hikayeyi, ilginç!!

    YanıtlaSil
  2. Bayanlar tarafından çok tanınmayan bir futbolcu olduğundan ve ilginç gelmeyeceği için anlatılmadı sanırım. Bir Alex değil yani :)

    YanıtlaSil