26 Kasım 2009 Perşembe

İyi Bayramlar...


Bayramlar, insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları, barıştıkları, kardeşçe kucaklaştıkları günlerdir. Bayramlar,milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulanıp sergilendiği, bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir.


Birlikteliğimizi en çok sorguladığımız şu günlerde hem geleneklerimizi devam ettirelim hem de bizi sevenleri, sevdiklerimizi, küçük de olsa bizden bir bayram tebriği bekleyenleri umutsuz, habersiz bırakmayalım. Hatta mümkün olduğunca teknolojik araçları kullanmadan yani bir araya gelerek kutlayalım.


Küskünlerin barıştığı, sevenlerin bir araya geldiği bir bayram olsun. Kederleri bir yana bırakıp mutlu olalım.


Hep bir arada, sevgi dolu ve huzurlu nice bayramlar geçirmek dileğiyle
Kurban Bayramınız kutlu olsun!


-Ha bir de unutmadan... Ne olur bu bayramda zaten yetiştirmekte ve korumakta zorlandığımız oksijen kaynağı ve görsel rahatlığımız çevre düzenlemesi yeşilliklerimizi, çocuklarımızın oynadığı parkları kana bulamayın! Kesim için özel hazırlanan tesisleri veya çiftlikleri kullanın. Bari en azından çocuklar bayramı kötü anımsamasın...

19 Kasım 2009 Perşembe

Amacınız Yalnızca Balık Tadı Almaksa...




  • Balık ekmek yemek için evden çıkıp Kadıköy'e gitigim günler...

  • Babamın doğduğumuz günden beri her cumartesiyi bizlere ziyafet gecesi ilan etmesi - ki genellikle balık ve diğer deniz ürünleri tüketilir bu gecelerde -

  • Galata'da balık tutmayı bir hayat rutini, bir keyif ve bir ritüel haline getiren o içten insanların canlı ve umutlu sohbetleri...
Bunların hepsini aynı anda yaşadım geçtiğimiz cumartesi. Arnavutköy'deki diğer balık restoranlara göre nispeten daha hesaplı ancak en az onlar kadar zengin menüsü birçok kişinin cüzdanına uyacaktır. Mekanın ışıklarından iç dekoruna bütün konsept size rahatlık veriyor. Çatal isteyen çatalla, 10 parmak balık kokmak isteyen elleriyle afiyetle yiyor balıklarını. Ahşapla çevrili ve deniz temalı dekor kendinizi tekne içinde hissetmenizi sağlıyor. Yani "buram buram deniz kokuyor" içerisi.

Adı efsanevi Titanic ile Karadeniz balıkçılarının ekmek teknesi Taka'nın bileşiminden oluşmuş. Yıllar evvel yalnızca denizde taka(nik)larında balık hizmeti verirlerken seçmişlerdi bu adı. Sonrasında artan talepleri karşılamak için kıyıya çıkartmışlar Takanik'i. Bence çok da iyi yapmışlar.

Fiyatı uygun bir tavsiye arayanlara çipura veya palamut tavsiye edebilirim. Ama biraz daha özel bir akşam yaşıyorsanız Deniz levreği ve karides güveci sipariş edebilir hatta garsonlardan sizin için kılçıklarını temizlemelerini isteyebilirsiniz. Zaten siz daha başlamadan onlar size hizmet için yanınıza geliyorlar. Tatlı olarak da bir balık sonrası klasiği fırında helva damak tadınızı mest edecektir. Bu arada balığın yanında -ücretsiz- sıcak sıcak gelen mısır ekmeğinin ikincisini istemek için fırından çıkmasını beklemek alacağınız tadı daha da arttıracak emin olun.
Tüm bu akşam için ortalama kişi başı 30-TL gibi bir rakama (yıl 2009) deniz, balık ve Karadeniz gecesini yaşayabilirsiniz.
Kısacası salaş bir mekanda ben balığın tadını almak istiyorum diyorsanız mutlaka tecrübe etmenizi şiddetle tavsiye 'ediyrum' :)

13 Kasım 2009 Cuma

Günün Sözü-2


"Bak... Bil ki domuzların önüne inciler serilmez.
Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez.
Ne fark eder ki kör insan için, elmas da bir cam da,
Sana bakan bir kör ise sakın kendini camdan sanma!"


Mevlana

9 Kasım 2009 Pazartesi

Kalın Çizgiler



Kasım ayında mont ve kazaklarımızı henüz dolaptan çıkartmıştık ki 'pastırma sıcağı' bastırdı. Güneş, bırakın altındakileri tüm evi ısıtmıştı. Bir baba domuz gribi salgının da etkisiyle çocuklarının hava değişiminden etkilenmemesi için "yanınıza kalın bişeyler alın" uyarılarını yapıyordu. Evdeki sıcaktan tişörtler vücudumuza yapışırken bu geleneksel 'sıkı giyinin' talimatı yaptırım gibi geliyordu. İki kardeşten biri evin kapısından montuyla, diğeri ise gömlek üstüne omuzlarında kazağıyla çıktı dışarı. Yolun henüz 5. yüz metresinde baba sıcaktan bunalmaya başlamış, kız da üstündeki montu eline almıştı. Babanın boğazından alnına kadar sıçramış bir kızarıklık ve eliyle sıvazladığı nemli alnı rahatsızlık vermeye başlamıştı bile. Ancak büyük sözü dinletmenin bir ağırlığı vardı ve destekçisi "yok canım ben sıcaklamıyorum ki"ydi. Doğru, dışarıda gördükleri o kadar insan tişörtleriyle Rusya ve İskandinav ülkelerinden gelmişti.

Geleneksel dedim. Var buna benzer eskimeyen ikazlar. Sıkı giyinmek, terli terli su içememek, akşam dışarı çıkmamak, düzenli(!) olmak. En çok da buna takılırım. Düzenli olmak... Kime göre düzenli? Kimin düzeni? Benim odamın kurallarını anayasa belirlemez ben belirlerim. AİHM neden kazaklarını ütü masasının üzerinde bıraktıgımı sorgulamaz cünkü bu başkasının hakkını gaspetmek değildir. Bu, benim odamın düzenini belirleyebilme hakkımdır.

Sonra bir muhabbet sırasında "Saçlarını uzatmış, karşıma gelmiş, yetmemiş bir de küpe takmış." deyiverdi. Bırak taksın. Ben de taktım. Sonra çıkarttım. Neden? Şirkette müsaade edilmiyordu. Şirkette izin verilseydi, askerde çıkartırdım. O da olmasaydı başka bi yerde. Hayatın bana karar verme şansı tanımadan koyduğu genel geçer kurallar var. Zaten bunları delip geçemem. Kaldı ki uygun olup olmadığını bir zaman sonra mutlaka öğrenirim. Ancak buna doğru/yanlış, tu-kaka denmesini kabullenemem. Tartışmanın sonu 'ne derler be çocugum'a dayanıyorsa hele, bu bilimsel(!) yaklaşıma hiç hiç gelemem.

Bir baba... Çocuklarına üşümesinler, hasta olmasınlar diye kalın giyinmelerini öğütlüyor. Asıl kazağın içinde ne kadar terlediklerini düşünmeden. Peki baba sen kalın giyinmesen? Kalın çizmesen çizgilerini. Biraz daha 'herkesin kendi çizgileri vardır' esnekliğini düşünsen. Bence o zaman hiç birimiz terlemez hasta olmayız.



- O benim babam. Çizgilerini eleştiririm. Enine veya kalın çizdiği için. Ama onu hiçbir zaman kırmak istemem. Benimle kimi zaman tartışmayı kendi çizgileriyle bitirse de...
Seni çok seviyorum BABA!

27 Ekim 2009 Salı

Günün Sözü


En akıllı olan insan, kendisini en iyi tanıyan ve ona göre davranabilendir.

26 Ekim 2009 Pazartesi

It all began with a beautiful pass!


Cantona'yı hepimiz özlemiyor muyuz zaman zaman? Türk futbol severinin aklında tribündeki taraftara 'uçan tekme' atarken yüzünde oluşan nefret hali kazınsa da, O bunu bir röportajda "sürekli küfredip sahadaki güzel futbolu çirkinleştiriyordu" şeklinde açıklamıştı. Aslında kariyeri boyunca anlatmak istediği şey çok basitti :

"Hayatı güzelleştirin & Kaybetmeyi kabullenmeyin"



Ve özlem bitti. Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da düzenlenen Film Ekimi kapsamında galası yapılan ve maalesef ülkemizde vizyona girmeyecek olan Looking For Eric / Hayata Çalım At her ne kadar "King Eric"in varlığı dolayısıyla dışarıdan bir futbol filmi gibi görünse de aslında futbolu sadece bir araç olarak kullanarak herkesin kendine ait bir şeyler bulabileceği hikayeler sunuyor bizlere.




Filmin yönetmenliğini İngiliz Kenneth Loach yapıyor. İngiliz sinemasının önemli yönetmenlerinden biri olarak gösterilen Loach eserlerinde daha çok alt sınıfa ait “looser” karakterlerin yaşamlarını konu alıyor. Halen yaşamakta olduğu Bath şehrinin futbol takımı Bath City’nin de başkanlığını yapan Loach futbola olan ilgisini bu filmle hayata geçirerek sinemaseverlere arşivlerine ekleyecekleri bir başyapıt kazandırıyor.

Filmin ana karakteri Eric Bishop (Steve Evets) geçmişine ait pişmanlıkları olan, birçok şeyden umudu kesmiş bir postacı olarak çıkıyor karşımıza. Koyu bir Manchester United taraftarı olan Eric’in hayatı tam da bu şekilde tepetaklak giderken bir gün bilinçaltı karşısına hayranı olduğu Eric Cantona’yı çıkartır ve her şey bir anda değişir. Bir nevi yaşam koçluğunu üstlenen Cantona sayesinde hala bazı şeyleri tersine çevirebilecek şansı olduğunun farkına varan Eric bunun için var gücüyle çabalayacaktır. Takım olma, arkadaşlık, pes etmeme ekseninde gelişen olaylarda Cantona’nın hayatına dair birçok ilginç detayı da göreceğimiz filmde hayatın fena halde futbola benzediğine bir kez daha şahit oluyoruz. Her ne kadar Looking For Eric’i bir futbol filmi olarak tanımlayamasak da Cantona’nın kariyerine ait güzel bir kolaj tadındaki maç görüntüleri bu eksikliği fazlasıyla kapatıyor. Yalın ve bir o kadar etkileyici oyunculuğuyla ön plana çıkan Steve Evets’e Stephanie Bishop, John Henshaw ve Justin Moorhouse eşlik ediyor.

Eğer Green Street Hooligans tadında tribün görüntüleri ya da Damned United’daki gibi başarı hikayeleri görmek istiyorsanız Looking For Eric size pek hitap etmeyecektir. Salt bir futbol belgeseli olarak düşünmeyin. Farklı bir bakış açısıyla hayatın aslında futbolla ne kadar iç içe olduğunu bizlere yeniden hatırlatan ve bu yönüyle kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Bizlere kendi için “I’m not a man I’m Cantona” diyebilecek kadar sıra dışı ve bir o kadar etkileyici bir futbol figürü olan Eric Cantona’yı izleme şansı vermesi bile bu filmi arşivinize eklemek için yeterli bir sebep diye düşünüyorum. Yazının başında da belirttiğim gibi maalesef Türkiye’de vizyona girmeyeceği için tek şansınız DVD’den izlemek. Filmin birinci bölge DVD’si piyasaya sürüldü, aşağıdaki linkten de indirebilirsiniz. Herkese şimdiden iyi seyirler.

http://www.irfree.com/2009/10/07/looking-for-eric-2009-limited-dvdrip-xvid-hls/

Özel Teşekkür: Katkısından dolayı -the buddy- Gökhan Esgin' e ...

23 Ekim 2009 Cuma

SITAVA & Dario Moreno













Başlıktaki ikili tarih boyunca hiç bir araya gelemediler. Taa ki dün akşama kadar...

Steaua Bucharest (basit bir telaffuzla "şitağu bükreş") - Fenebahçe maçını izlerken yıllarını bu işe verdiğini bildiğimiz D-Smart spikeri Emre Tilev her defasında "Sitava" dedikçe içimden birşeyler koptu adeta. Nasıl olur da bu kadar kötü telaffuz edilir anlamıyorum. Etraftan bu şekilde duydu desek, 20 küsür yıldır Türk takımlarıyla en az 6-7 maç yapmış bir ekip, nerdeyse herkes tanıyor. Emre Tilev'in yeni duyma ihtimali çok daha zayıf ki Steaua, Avrupa'da yeni tanınmaya başlanmış bir takım değil, aksine bir zamanların çok önemli futbol ekolü.

Neden kaynaklı bu farklı olma çabası? Hayır farklı olacaksanız Andre (Clarindo Dos) Santos'a 'dos'u eklemeden seslenin. (Adam formasına bile bu şekilde yazarken biz neden uzatıyoruz o ayrı bir muamma zaten)

Maçın sonlarına doğru Steaua Kolombiyalı Dayro Moreno'yu ekstra hücum kaynağı olarak oyuna alınca son bomba da geldi :
- Tilev, bu değişiklik yerine 68'de kaybettiğimiz İsrail asıllı İzmir doğumlu sanatçı Dario Moreno'yu tercih etti. Belki ataklara biraz daha renk getirir diye. Öyle ya kariyeri boyunca birçok müzikal ve filmde rol almıştı Dario...

Maç boyunca -alt yazı, üst yazı, ekran ortasına dev yarı saydam logo koyulması yetmiyormuş gibi- belki 20'den fazla defa maçın yayın hakları ile ilgili metni okuması/okutulması zaten yeterince can sıkarken maç içinde de telaffuz hatalarını sürdürünce izleyenler tarafından (hocası İlker Yasin'in ardından ikinci sıraya) 'istenmeyen spikerler' kara listesine adını yazdırdı.

Küçük bir anı daha...
2 yıl önce İstanbul'da Fenerbahçe'nin 1-0 kazandığı Inter maçında, o dönemde İtalyan takımının formasını giyen Honduraslı David Suazo için yaptığı telaffuz denemeleri, gazetelerin pazar günkü eklerinde görmeye alıştığımız 'her harf değişikliğinde başka bir kelime yaratın' bulmacasına benzemişti. Tilev sırasıyla(aynen ağzından çıktığı şekliyle yazıyorum): david suazo, deyvid suazo, deyvid souza ve finalde deyvid de souza -ki bu Fenerbahçe'de oynayan ve maçın tek golünü atan Deivid de Souza değil- şeklindeki telaffuz varyasyonlarıyla o günden beri aklımda yer etmiştir!

22 Ekim 2009 Perşembe

AIG Sigorta yok, o artık CHARTIS !





Türkiye'de uzun yılladır faaliyet gösteren AIG Sigorta'nın adının bundan böyle artık 'Chartis Sigorta' olduğu bildirildi.

1976'dan bu yana faaliyet gösteren AIG Sigorta'nın, 18 Eylül 2009 tarihli genel kurulda unvan değişikliğine gittiği ve yeni ticarî unvanının "Chartis Sigorta AŞ" olduğu, bunun 28 Eylül 2009 tarihinde İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü'nde tescil edildiği kaydedildi.

Chartis'ten yapılan açıklamada, "AIG" ve "AIU Holding" portföyündeki şirketlerin Chartis unvanını alma süreci hatırlatılarak, bu şirketlerden birinin de Türkiye'deki AIG Sigorta olduğu belirtildi.

Chartis Sigorta A.Ş. Genel Müdürü Göktuğ Gür konuya ilişkin değerlendirmesinde, şirketin sadece ticari unvanını değiştirdiği, ''finansal yapısı, risk değerlendirmedeki tecrübesi, hizmet kalitesi ve hasar ödeme'' süreçlerinde hiçbir değişiklik olmadığını vurguladı.