9 Kasım 2014 Pazar

Yeniden yayındayız...


Aradan 2 yıldan fazla geçmiş, ülke Cumhuriyet tarihinin en baskıcı ve en gaddar yönetiminin sebep olduğu yüzlerce halk/terör olayına maruz kalmış; güneydoğu, komşularımızın artık kim olduğu belirlenmeyecek kadar karmaşık bir politikanın pençesine düşmüş, bloglar yerini blogdan daha çok takip edilen ve dolaşıma daha müsait Twitter'a bırakmış ve ben de o zamandan beri tek satır yazı eklememişim. Biraz pas temizleme zamanı geldi.

Evime 1km mesafedeki Validebağ Korusunu yeşil düşmanlarından korumak için sonbaharın ilk ayazlarında ve bitmek bilmeyen sağanaklarında dahi nöbet tutan insanlar iş makinalarının gazabına uğradı. "Belki arabada beklersek uzaklaştıramazlar" diye çözüm ürettikleri anda düşman koruyu fethetmek için ne kadar hırslı olduğunu trafikten çekici çağırarak , insanları arabalarının içindeyken oradan çekerek gösterdi. Ortadan "yeşile dokunamazsınız!" diyen mahkeme kararına rağmen, toplum düzenini sağlamakla görevli polisler , bu doğa düşmanlarına destek olmayı seçtiler, orada 3 kuşaktır yaşayanları görmezden gelerek. Nasıl olsa padişaha bağlılığını göstermesi orada yaşayanlar ve onların çocukları ve gelecek nesillerden çok daha önemliydi.

Bu arada padişah da padişahlığını resmen ilan etmesine ramak kala hedefinin ne kadar arkasında durduğunu kendisine, üstelik henüz devletin komuta kademesinin en üst makamına seçilmeden bir saray yaptırmıştı bile. Yine bir başka doğal nimeti hiç ederek. AOÇ gibi Ankara'nın çevresinden dolaşacakken bile şehre girme nedenimiz olan bu cumhuriyet mirasını dahi gözünü kırpmadan talan etti haşmetmeabımız. Kendi gösteriş merakı ile diğer devletlere korku salacağını düşünürken ülkenin kişi başı milli gelirini ve asgari ücretliyi tabi ki düşünmedi, ve uluslararası yayın organlarınca alay konusu oldu. 1.400.000.000 liralık maliyetiyle ilgili endişelerimizi dile getirince de "o saray zaten hepimizin" yanıtını aldık. Hepimizin olan saray için içimizden birine dahi görüş sorulmamasına ve adına AkSaray gibi çakma bir isim konulmasına rağmen. Ülke geleceği için önlem almak için debelendikçe , herşeyi daha da berbat eden bir girdaba doğru sürükleniyoruz.

Önlem alamadığımız yerlerde işler zaten konuşmaya bile dilimizin varmadığı, birkaç kelam etmeye çalışırken bu kez göz yaşlarımızı durduramadığımız konular sıralanıyor. 2 yıl içinde toprak altında ailesini geçindirmeye çalışan 400 küsur kişiyi , sırf önlem alınmasına izin verilmediği için kaybettik. Olayın failleri gün gibi ortada olmasına rağmen yüzsüzce, utanmadan, insan hayatının değerini çalıştığı derinliğin de dibine sokan bürokratların ve politikacıları izlemek ve dinlemek zorunda bırakıldık. Ve tabii ki gözü iktidarın yanında olma hırsı bürümüş ak-sempatizanların çirkin komplo teorilerine de.

Hayatı tüm bu karamsarlıkların içinde yaşamayalım biraz havamız değişsin diye çocukluktan bu yana tutkumuz olan futbola bağlanmak istiyoruz ona da müsaade etmiyorlar. PassoLig diye bir icat çıkardılar. Hem stada gitmek için her türlü kişisel bilgimizle fişlenmek durumunda kalıyoruz, hem de iktidar yandaşlarına para kazandırmış oluyoruz. Buna karşı durup , sisteme boyun eğmediğimiz için tüm zamanların en düşük ortalamalı tribünlerini televizyondan izlemiş oluyoruz. Saha dışında yöneticilerin tutumları hali hazırda fikir ve sosyal bakımdan bölünmeye doğru giden halkı daha da kışkırtıcı daha da uzlaşmaz yönde provoke ediyor. Gezinin İstanbul United ütopyasının neden imkansız olduğunu gösterircesine...

Çocukluktan bu yana , her bir arada gördüğümde içimi ısıtan renklerin temsilcisi olan takımın başkanı hem iktidarın sahibini eleştiriyor, ona karşı dik duruyor hem de aynı şeyleri "cumhuriyet" olarak nitelendirdiği kendi taraftarlarına yaşatıyor. Hiç bir eleştiriyi kabullenmiyor, her farklı görüşü sindirmeye çalışıyor, tribündeki taraftarı elinde mikrofon alarak azarlıyor, kulübü başarıya götürmüş teknik adamı tek kalemde ve çok çirkin beyanatlarla istifaya zorluyor ve en kötüsünü de dün itibariyle bize yaşatıp para verip kombine almış kişileri, sırf kendisi aleyhinde tezahürat ettiler diye maça aldırmıyor. Üstelik aynı grup kendini hapisteyken ve hastaneyken işini,gücünü,ailesini bırakıp desteğe gelmişken.

Neresinden tutsak elimizde kalan bu ülkede artık hiç haber seyretmek istemiyor, hiç gazete almıyor ve ülke gündemini hiç takip etmek istemiyorum. Sistem muktedirlerinin de benden istediği şey bu sanırım. Ya bu şekilde kabullenmek ya da bu ülkeden çekip gitmek.
Bir an önce toparlanmam lazım.

17 Mart 2013 Pazar

Günün Sözü-3

Creativity is not inspired by the pressure of time 
but by the freedom and the fun!

3 Mart 2013 Pazar

İnönü Stadı hatıraları

Bu sezon sonu Beşiktaş İnönü Stadı kapılarını kapatıyor biliyorsunuz. 1-2 sene herhangi bir organizasyon olmayacak. Bir Fenerbahceli olarak benim de çok önemli hatıralarım var bu stadda. Ama takım taraftarlığı ile ilgisi olmayan bir tanesi var kiii...
Hiç unutmam, o gün İnönü Stadı'nın çimlerindeydim.
Tribünler tıklım tıklım. İğne atsan yere düşmez hani. Büyük bir çoşku var.
Acayip heyecanlıydım. Kontrol edemediğim bir tebessüm hali.
Her yerden flaşlar patlıyor. Kameraların gözü üzerimizde. 
Hafif bir rüzgar vardı. Şöyle bir etrafımı kontrol ettim. Müsaitti. Biraz gerildim. Deniz tarafındaki kaleye doğru attım. Rüzgarın da etkisiyle süzüldü süzüldü. Kalenin hemen sağından dışarı çıktı. Tribüne doğru döndüm. O büyük kalabalık içinden babamla göz göze geldik. Gülümsedi. Olsun der gibi baktı. Parmağıyla sahayı terk ettiği yeri gösteriyordu. O da heyecanlanmıştı.
Oysa ben çok rahattım, rahatlamıştım. Çünkü bitmişti artık. (okul)

Koltuk altıma yedeğini saklamıştım kepin. O kalabalıkta gidip bir de onun peşinden koşmayayım diye. Bu kadar plana ne gerek var değil mi? Herşey bitmiş, rahatlamışım...

(Marmara Üniversitesi mezuniyet töreni 2007)

25 Kasım 2012 Pazar

Air Canada'dan sevgilerle - 1000



Parkelere resmi maçlarda ilk kez çıktığımda 15 numaralı formayı ona imrendiğim için tercih etmiştim ve liseler arası turnuvalarda uğur getirsin diye onun ayakkabısını ayağıma geçirmiştim :

Vince Carter...

Kariyerinde 20.000 üzerinde sayı atan, 8 kez All-Star'a seçilen "Air Canada" dün gece NBA'de 1000. maçına çıktı.

Büyüksün vinsanity!

Dirseğini çemberden geçirdiğin smaç ise hala duvardaki posterde...

2 Ocak 2011 Pazar

Kölün'den bir hatıra

Kurban etleri bile henüz seyirmeye devam ederken çıkmıştım evden. Sen caanım kavurma ve pirzolaları ocağın üzerinde bırak, gel elin Alamanyasında “yok efenim çorbanın içinde bir parça et var galiba. Domuz eti olabilir.” Şüpheleriyle türlü yemeklerden uzaklaş. Yine bir blogda okumuştum. Avrupa’ya giden Türklerin gına getiren 10 özelliği diye. İçlerinden bir tanesi diyordu: “gittik ama aç kaldık. Valla bizim mutfak gibisi yok” diye J ben de o duruma düşmek üzereyim. Hemen alıkoyayım kendimi ve yiyip içtiklerim bende kalsın, gezip gördüklerimden ilginç bir anıyı aktarayım sizlere.
Bayramın ikinci günü öğleden sonra yola koyuldum. Havaalanına ilk defa o kadar erken geldim diye düşünürken, free shoplar ve lounge’da kaybettiğim vakitle birlikte yine son çağrıya kadar dolandım “free zone”da. Bu arada insanın ülkesinden çıkarılmış ve o an hiç bir ülkeye ait olmamış olması hissi ise bana ayrıca garip gelmiştir. Çünkü gerçekten de o andan itibaren yabancı gibi davranılmaya başlanıyor. Neyse bu başka bir yazı konusu.
Düsseldorf’a geldiğimde saat henüz akşam 9’u gösteriyordu. Ancak fuar nedeniyle otellerin doluluğu ve dolayısıyla oda fiyatlarının artması nedeniyle, toplantıyı yapacağımız yer Düsseldorf’ta olmasına rağmen trenle yaklaşık 30dk uzaklıktaki Köln’den ayarlamıştım oteli. Bu nedenle havaalanı-merkez tren istasyonu (Hbf)-Köln Hbf-Mülheim yolcuğu sonrası gece saat 11’i buldu odama girebilmem. (Hemen ertesi güne geçiyorum.) Resepsiyondaki görevlinin “taksiye atlayıp Hbf’ye 15 avroya gidebilirsiniz” önerisine kulak asmadan beni en yakın tren istasyonu(Mülheim)na götürecek otobüse bindim. İndiğimde karşıma çıkan ilk kişiye kısa bir yol tarifi sormaya yeltendim. Ancak ingilizcesi benim almancamdan da zayıf olunca ortaya almanca ingilizce karışımı bir diyalog çıktı. Adam baktı böyle olmıcak içinden bir yerden uzuun bir Offf çıktı. Her ne kadar ‘derin bir of çekmek’ diye bir deyim olmasa da ben adamın Türk olabilitesinden kıllandım. Tipi açıkçası bu kesin Türk’tür denilecek cinsten olmasa da “hocam sen Türk müsün” sorusuyla birlikte işte bu kez az evvel deyindiğim deyim gerçek oluverdi.

– Ohhhh! Ah be evladım. Neden söylemiyorsun Türk olduğunu?
AC: İyi de hocam durduk yere herkesle konuşmaya Ben Türküm diyerek mi başlıcam. Sanki adamların bizden bıkıp usanmaları yetmezmiş gibi.
- Doğru dedin yiğen.(diyerek Ezel’in Köln’de de ilgiyle izlendiğini hissettirdi)
Dayının bu yazıya konu olmasını gerektirecek özelliği Köln/Mülheim’da yaşayan Ezel izleyen bir Türk olması değilmiş meğer:
- “ya ben zaten Cenk’in dayısıyım. O da biliyorsun burada doğdu. Sonrasında zor gönderdik Samsun’a. Ama neyse ki şimdi mutlu. Ailesiyle, maddi durumuyla. Burada biz de kıvanç duyuyoruz kendisiyle”...
AC: Evet dayı.İyi bir evlat yetiştirmişsiniz. (Bana cenk'le sınıf arkadaşıymışız muamelesi yapmasından hiç münakaşaya girmeden sıyrılmaya çalışıyorum)
- Hee bu arada Cenk en son Kasımpaşa’daydı, gerçi önemsiz bir takım ama maçlarını takip ediyor musun?
AC: Neee? Bu Cenk, Cenk İşler mii? Dayıcım neden söylemiyorsun baştan da beni geriyorsun burada?
Meğer dayı aynı zamanda bir zamanlar milli formayı da giymiş, Türk futbolunun evliya çelebilerinden süper ligde 200 gol barajını aşmış Cenk İşler’in de dayısıymış. Ve bunu o kadar içten ve sanki Cenk bizimle beraber aynı evde yaşıyormuş gibi ifade etti ki anlatamam. 70 milyonluk Türkiye’den herhangi birisiymiş gibi...
Üstelik benim kombine bilet sahibi bir Kasımpaşa taraftarı olduğumu bilmediği için böyle talihsiz bir açıklama yapmıştı. Beni asıl etkileyen ise çok mütevazı bir şekilde bu olayı anlatması abartmaması olmuştu. Bir başkası olsa 'Sen benim kim oldugumu biliyor musun'a kadar taşırdı olayı :)

9 Kasım 2010 Salı

Geri Dönüş

Çoook sular akmış, aylar, mevsimler geçmiş son yazdıklarımın üzerinden. Klavye bu arada tozlanmamış, çünkü blogda yazılması gereken birçok şey yaşanmış bu sürede. Askerlik anıları, işe dönüş, işten ayrılış, başka bir işe başlayış,yurtiçi/yurtdışı seyahatleri vs vs.
Hepsinin üzerinden tek tek yeniden geçmek üzere kendi kendime hoşgeldin diyorum :)

14 Ocak 2010 Perşembe

Askerden Mektup Var... 1

Herkese Ç.Kale'den selamlar. Askerligimin bir aydan biraz fazlasi geride kaldi. Su ana kadar neler elde ettik bilmiyorum :)

Acemi birligi hem biz yeni askerlerin hem de gencecik yeni uzman ve astsubay adaylarinin isi ögrendigi yer. Yani her iki taraf icin de acemilik. NBA'deki rookie sezonu benzetmesi yapabiliriz sanirim :)

İlk 20 günde temel egitimleri ve askerligin ne demek oldugunu ögrenmeye calistik. Bol bol ayakta bekleyip, bol bol sinir olduk. Herkesin anlata anlata bitiremedigi 30 yillik etleri, biyikli hemsireleri ve kogustaki fareleri görmeden bitirdim neyseki. Sanirim bu, askerligini bitirenlerin kendi askerlik dönemleri icin bi tepki mekanizması. Bunlari anlatmak, gidenleri ürkütmek, uzmanlari da biraz daha önyargılı askerlerle basbasa bırakmak. Neyse...

Bahriyeli olmanin ve kısa dönem olmanın ayrıcalıgını fazlasıyla yasadım diyebilirim su ana dek. Ne tuvalet temizledim, ne yerden izmarit topladım ne de sürünmekten dizlerimi yaraladım. Bir kere temel sürünme egitimi dısında ve atıs talimi haricinde bacaklarımın yere degdigini hatırlamıyorum.

Yemekhane ve hastane normal hayattaki ilgiden, özenden ve hijyenden maalesef cok uzakta. Tek sıkıntım bu oldu cünkü bugün 19. gününe girdigim ve ne yazıkki hala atlatamadigim öksürük sıkıntıma faranjit, sinüzit ve soguk algınlıgı gibi 3 farklı teşhis konuldu. Ve her bir yeni doktor kendini ve öncekini birlikte savunuyor. Ama bana ne care!

Gelelim Çanakkale'ye. Ben Umurbey'deyim. Ordonat Komutanlığında. Burası mayın birliği olarak anılıyor yıllardan beri. Biraz soguk ancak bekledigim ve korktugum Ege soguguyla cok şükür ki henüz karsılasmadım. Karsılasmayı da istemiyorum :)

Simdilik herkese sevgiler...

26 Kasım 2009 Perşembe

İyi Bayramlar...


Bayramlar, insanların birbirleriyle olan dargınlıklarını unuttukları, barıştıkları, kardeşçe kucaklaştıkları günlerdir. Bayramlar,milli ve dini duyguların, inançların, örf ve adetlerin uygulanıp sergilendiği, bir toplumda millet olma şuurunun şekillendiği, kuvvetlendiği günlerdir.


Birlikteliğimizi en çok sorguladığımız şu günlerde hem geleneklerimizi devam ettirelim hem de bizi sevenleri, sevdiklerimizi, küçük de olsa bizden bir bayram tebriği bekleyenleri umutsuz, habersiz bırakmayalım. Hatta mümkün olduğunca teknolojik araçları kullanmadan yani bir araya gelerek kutlayalım.


Küskünlerin barıştığı, sevenlerin bir araya geldiği bir bayram olsun. Kederleri bir yana bırakıp mutlu olalım.


Hep bir arada, sevgi dolu ve huzurlu nice bayramlar geçirmek dileğiyle
Kurban Bayramınız kutlu olsun!


-Ha bir de unutmadan... Ne olur bu bayramda zaten yetiştirmekte ve korumakta zorlandığımız oksijen kaynağı ve görsel rahatlığımız çevre düzenlemesi yeşilliklerimizi, çocuklarımızın oynadığı parkları kana bulamayın! Kesim için özel hazırlanan tesisleri veya çiftlikleri kullanın. Bari en azından çocuklar bayramı kötü anımsamasın...

19 Kasım 2009 Perşembe

Amacınız Yalnızca Balık Tadı Almaksa...




  • Balık ekmek yemek için evden çıkıp Kadıköy'e gitigim günler...

  • Babamın doğduğumuz günden beri her cumartesiyi bizlere ziyafet gecesi ilan etmesi - ki genellikle balık ve diğer deniz ürünleri tüketilir bu gecelerde -

  • Galata'da balık tutmayı bir hayat rutini, bir keyif ve bir ritüel haline getiren o içten insanların canlı ve umutlu sohbetleri...
Bunların hepsini aynı anda yaşadım geçtiğimiz cumartesi. Arnavutköy'deki diğer balık restoranlara göre nispeten daha hesaplı ancak en az onlar kadar zengin menüsü birçok kişinin cüzdanına uyacaktır. Mekanın ışıklarından iç dekoruna bütün konsept size rahatlık veriyor. Çatal isteyen çatalla, 10 parmak balık kokmak isteyen elleriyle afiyetle yiyor balıklarını. Ahşapla çevrili ve deniz temalı dekor kendinizi tekne içinde hissetmenizi sağlıyor. Yani "buram buram deniz kokuyor" içerisi.

Adı efsanevi Titanic ile Karadeniz balıkçılarının ekmek teknesi Taka'nın bileşiminden oluşmuş. Yıllar evvel yalnızca denizde taka(nik)larında balık hizmeti verirlerken seçmişlerdi bu adı. Sonrasında artan talepleri karşılamak için kıyıya çıkartmışlar Takanik'i. Bence çok da iyi yapmışlar.

Fiyatı uygun bir tavsiye arayanlara çipura veya palamut tavsiye edebilirim. Ama biraz daha özel bir akşam yaşıyorsanız Deniz levreği ve karides güveci sipariş edebilir hatta garsonlardan sizin için kılçıklarını temizlemelerini isteyebilirsiniz. Zaten siz daha başlamadan onlar size hizmet için yanınıza geliyorlar. Tatlı olarak da bir balık sonrası klasiği fırında helva damak tadınızı mest edecektir. Bu arada balığın yanında -ücretsiz- sıcak sıcak gelen mısır ekmeğinin ikincisini istemek için fırından çıkmasını beklemek alacağınız tadı daha da arttıracak emin olun.
Tüm bu akşam için ortalama kişi başı 30-TL gibi bir rakama (yıl 2009) deniz, balık ve Karadeniz gecesini yaşayabilirsiniz.
Kısacası salaş bir mekanda ben balığın tadını almak istiyorum diyorsanız mutlaka tecrübe etmenizi şiddetle tavsiye 'ediyrum' :)

13 Kasım 2009 Cuma

Günün Sözü-2


"Bak... Bil ki domuzların önüne inciler serilmez.
Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez.
Ne fark eder ki kör insan için, elmas da bir cam da,
Sana bakan bir kör ise sakın kendini camdan sanma!"


Mevlana

9 Kasım 2009 Pazartesi

Kalın Çizgiler



Kasım ayında mont ve kazaklarımızı henüz dolaptan çıkartmıştık ki 'pastırma sıcağı' bastırdı. Güneş, bırakın altındakileri tüm evi ısıtmıştı. Bir baba domuz gribi salgının da etkisiyle çocuklarının hava değişiminden etkilenmemesi için "yanınıza kalın bişeyler alın" uyarılarını yapıyordu. Evdeki sıcaktan tişörtler vücudumuza yapışırken bu geleneksel 'sıkı giyinin' talimatı yaptırım gibi geliyordu. İki kardeşten biri evin kapısından montuyla, diğeri ise gömlek üstüne omuzlarında kazağıyla çıktı dışarı. Yolun henüz 5. yüz metresinde baba sıcaktan bunalmaya başlamış, kız da üstündeki montu eline almıştı. Babanın boğazından alnına kadar sıçramış bir kızarıklık ve eliyle sıvazladığı nemli alnı rahatsızlık vermeye başlamıştı bile. Ancak büyük sözü dinletmenin bir ağırlığı vardı ve destekçisi "yok canım ben sıcaklamıyorum ki"ydi. Doğru, dışarıda gördükleri o kadar insan tişörtleriyle Rusya ve İskandinav ülkelerinden gelmişti.

Geleneksel dedim. Var buna benzer eskimeyen ikazlar. Sıkı giyinmek, terli terli su içememek, akşam dışarı çıkmamak, düzenli(!) olmak. En çok da buna takılırım. Düzenli olmak... Kime göre düzenli? Kimin düzeni? Benim odamın kurallarını anayasa belirlemez ben belirlerim. AİHM neden kazaklarını ütü masasının üzerinde bıraktıgımı sorgulamaz cünkü bu başkasının hakkını gaspetmek değildir. Bu, benim odamın düzenini belirleyebilme hakkımdır.

Sonra bir muhabbet sırasında "Saçlarını uzatmış, karşıma gelmiş, yetmemiş bir de küpe takmış." deyiverdi. Bırak taksın. Ben de taktım. Sonra çıkarttım. Neden? Şirkette müsaade edilmiyordu. Şirkette izin verilseydi, askerde çıkartırdım. O da olmasaydı başka bi yerde. Hayatın bana karar verme şansı tanımadan koyduğu genel geçer kurallar var. Zaten bunları delip geçemem. Kaldı ki uygun olup olmadığını bir zaman sonra mutlaka öğrenirim. Ancak buna doğru/yanlış, tu-kaka denmesini kabullenemem. Tartışmanın sonu 'ne derler be çocugum'a dayanıyorsa hele, bu bilimsel(!) yaklaşıma hiç hiç gelemem.

Bir baba... Çocuklarına üşümesinler, hasta olmasınlar diye kalın giyinmelerini öğütlüyor. Asıl kazağın içinde ne kadar terlediklerini düşünmeden. Peki baba sen kalın giyinmesen? Kalın çizmesen çizgilerini. Biraz daha 'herkesin kendi çizgileri vardır' esnekliğini düşünsen. Bence o zaman hiç birimiz terlemez hasta olmayız.



- O benim babam. Çizgilerini eleştiririm. Enine veya kalın çizdiği için. Ama onu hiçbir zaman kırmak istemem. Benimle kimi zaman tartışmayı kendi çizgileriyle bitirse de...
Seni çok seviyorum BABA!

27 Ekim 2009 Salı

Günün Sözü


En akıllı olan insan, kendisini en iyi tanıyan ve ona göre davranabilendir.

26 Ekim 2009 Pazartesi

It all began with a beautiful pass!


Cantona'yı hepimiz özlemiyor muyuz zaman zaman? Türk futbol severinin aklında tribündeki taraftara 'uçan tekme' atarken yüzünde oluşan nefret hali kazınsa da, O bunu bir röportajda "sürekli küfredip sahadaki güzel futbolu çirkinleştiriyordu" şeklinde açıklamıştı. Aslında kariyeri boyunca anlatmak istediği şey çok basitti :

"Hayatı güzelleştirin & Kaybetmeyi kabullenmeyin"



Ve özlem bitti. Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da düzenlenen Film Ekimi kapsamında galası yapılan ve maalesef ülkemizde vizyona girmeyecek olan Looking For Eric / Hayata Çalım At her ne kadar "King Eric"in varlığı dolayısıyla dışarıdan bir futbol filmi gibi görünse de aslında futbolu sadece bir araç olarak kullanarak herkesin kendine ait bir şeyler bulabileceği hikayeler sunuyor bizlere.




Filmin yönetmenliğini İngiliz Kenneth Loach yapıyor. İngiliz sinemasının önemli yönetmenlerinden biri olarak gösterilen Loach eserlerinde daha çok alt sınıfa ait “looser” karakterlerin yaşamlarını konu alıyor. Halen yaşamakta olduğu Bath şehrinin futbol takımı Bath City’nin de başkanlığını yapan Loach futbola olan ilgisini bu filmle hayata geçirerek sinemaseverlere arşivlerine ekleyecekleri bir başyapıt kazandırıyor.

Filmin ana karakteri Eric Bishop (Steve Evets) geçmişine ait pişmanlıkları olan, birçok şeyden umudu kesmiş bir postacı olarak çıkıyor karşımıza. Koyu bir Manchester United taraftarı olan Eric’in hayatı tam da bu şekilde tepetaklak giderken bir gün bilinçaltı karşısına hayranı olduğu Eric Cantona’yı çıkartır ve her şey bir anda değişir. Bir nevi yaşam koçluğunu üstlenen Cantona sayesinde hala bazı şeyleri tersine çevirebilecek şansı olduğunun farkına varan Eric bunun için var gücüyle çabalayacaktır. Takım olma, arkadaşlık, pes etmeme ekseninde gelişen olaylarda Cantona’nın hayatına dair birçok ilginç detayı da göreceğimiz filmde hayatın fena halde futbola benzediğine bir kez daha şahit oluyoruz. Her ne kadar Looking For Eric’i bir futbol filmi olarak tanımlayamasak da Cantona’nın kariyerine ait güzel bir kolaj tadındaki maç görüntüleri bu eksikliği fazlasıyla kapatıyor. Yalın ve bir o kadar etkileyici oyunculuğuyla ön plana çıkan Steve Evets’e Stephanie Bishop, John Henshaw ve Justin Moorhouse eşlik ediyor.

Eğer Green Street Hooligans tadında tribün görüntüleri ya da Damned United’daki gibi başarı hikayeleri görmek istiyorsanız Looking For Eric size pek hitap etmeyecektir. Salt bir futbol belgeseli olarak düşünmeyin. Farklı bir bakış açısıyla hayatın aslında futbolla ne kadar iç içe olduğunu bizlere yeniden hatırlatan ve bu yönüyle kesinlikle izlenmesi gereken bir film. Bizlere kendi için “I’m not a man I’m Cantona” diyebilecek kadar sıra dışı ve bir o kadar etkileyici bir futbol figürü olan Eric Cantona’yı izleme şansı vermesi bile bu filmi arşivinize eklemek için yeterli bir sebep diye düşünüyorum. Yazının başında da belirttiğim gibi maalesef Türkiye’de vizyona girmeyeceği için tek şansınız DVD’den izlemek. Filmin birinci bölge DVD’si piyasaya sürüldü, aşağıdaki linkten de indirebilirsiniz. Herkese şimdiden iyi seyirler.

http://www.irfree.com/2009/10/07/looking-for-eric-2009-limited-dvdrip-xvid-hls/

Özel Teşekkür: Katkısından dolayı -the buddy- Gökhan Esgin' e ...

23 Ekim 2009 Cuma

SITAVA & Dario Moreno













Başlıktaki ikili tarih boyunca hiç bir araya gelemediler. Taa ki dün akşama kadar...

Steaua Bucharest (basit bir telaffuzla "şitağu bükreş") - Fenebahçe maçını izlerken yıllarını bu işe verdiğini bildiğimiz D-Smart spikeri Emre Tilev her defasında "Sitava" dedikçe içimden birşeyler koptu adeta. Nasıl olur da bu kadar kötü telaffuz edilir anlamıyorum. Etraftan bu şekilde duydu desek, 20 küsür yıldır Türk takımlarıyla en az 6-7 maç yapmış bir ekip, nerdeyse herkes tanıyor. Emre Tilev'in yeni duyma ihtimali çok daha zayıf ki Steaua, Avrupa'da yeni tanınmaya başlanmış bir takım değil, aksine bir zamanların çok önemli futbol ekolü.

Neden kaynaklı bu farklı olma çabası? Hayır farklı olacaksanız Andre (Clarindo Dos) Santos'a 'dos'u eklemeden seslenin. (Adam formasına bile bu şekilde yazarken biz neden uzatıyoruz o ayrı bir muamma zaten)

Maçın sonlarına doğru Steaua Kolombiyalı Dayro Moreno'yu ekstra hücum kaynağı olarak oyuna alınca son bomba da geldi :
- Tilev, bu değişiklik yerine 68'de kaybettiğimiz İsrail asıllı İzmir doğumlu sanatçı Dario Moreno'yu tercih etti. Belki ataklara biraz daha renk getirir diye. Öyle ya kariyeri boyunca birçok müzikal ve filmde rol almıştı Dario...

Maç boyunca -alt yazı, üst yazı, ekran ortasına dev yarı saydam logo koyulması yetmiyormuş gibi- belki 20'den fazla defa maçın yayın hakları ile ilgili metni okuması/okutulması zaten yeterince can sıkarken maç içinde de telaffuz hatalarını sürdürünce izleyenler tarafından (hocası İlker Yasin'in ardından ikinci sıraya) 'istenmeyen spikerler' kara listesine adını yazdırdı.

Küçük bir anı daha...
2 yıl önce İstanbul'da Fenerbahçe'nin 1-0 kazandığı Inter maçında, o dönemde İtalyan takımının formasını giyen Honduraslı David Suazo için yaptığı telaffuz denemeleri, gazetelerin pazar günkü eklerinde görmeye alıştığımız 'her harf değişikliğinde başka bir kelime yaratın' bulmacasına benzemişti. Tilev sırasıyla(aynen ağzından çıktığı şekliyle yazıyorum): david suazo, deyvid suazo, deyvid souza ve finalde deyvid de souza -ki bu Fenerbahçe'de oynayan ve maçın tek golünü atan Deivid de Souza değil- şeklindeki telaffuz varyasyonlarıyla o günden beri aklımda yer etmiştir!

22 Ekim 2009 Perşembe

AIG Sigorta yok, o artık CHARTIS !





Türkiye'de uzun yılladır faaliyet gösteren AIG Sigorta'nın adının bundan böyle artık 'Chartis Sigorta' olduğu bildirildi.

1976'dan bu yana faaliyet gösteren AIG Sigorta'nın, 18 Eylül 2009 tarihli genel kurulda unvan değişikliğine gittiği ve yeni ticarî unvanının "Chartis Sigorta AŞ" olduğu, bunun 28 Eylül 2009 tarihinde İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğü'nde tescil edildiği kaydedildi.

Chartis'ten yapılan açıklamada, "AIG" ve "AIU Holding" portföyündeki şirketlerin Chartis unvanını alma süreci hatırlatılarak, bu şirketlerden birinin de Türkiye'deki AIG Sigorta olduğu belirtildi.

Chartis Sigorta A.Ş. Genel Müdürü Göktuğ Gür konuya ilişkin değerlendirmesinde, şirketin sadece ticari unvanını değiştirdiği, ''finansal yapısı, risk değerlendirmedeki tecrübesi, hizmet kalitesi ve hasar ödeme'' süreçlerinde hiçbir değişiklik olmadığını vurguladı.